11 Eylül 2011

Vazgeçersen Kaybedersin!

Uyuyamıyorum...
Kalbim, düşüncelerim geceye sığmıyor sanki...
Yeniden başlamak için çok geç, vazgeçmek içinse çok erken biliyorum...
Tüm bunları yazarken arka fonda bir şarkı mırıldanıyor Sezen
''Bir elinde yarın öbür elinde dün''  diyor bana durumu özetlercesine sanki
Ah diyorum kendime nasılda haklı nasılda ellerim hep böyle dolu..
Sonra bir an durup düşünüyorum gerçekten böyle mi diye?
Hayır değil...
Evet iki elimde dolu ama ne dün yüzünden ne de yarın...
Bugünü yaşamak için hayatın yakasına sıkıca yapışmış durumdalar
Belkide bu yüzdendir şu sıralar hissettiğim yorgunluk kim bilir?
Bırakıp hayatı biraz dinlensem diye geçiyor aklımdan ama
Dedim ya vazgeçmek için çok erken...
Bir an gelincede vazgeçmek için geç olacak...

Her koşulda değişmeyecek tek bir şey var sanırım
Vazgeçemem!
Yapamam bunu...




PS: Sezen ne söylüyordu diyen varsa eğer :) http://fizy.com/tr#s/1ajb6u

15 Mayıs 2011

Başlangıçlar..

       Müzik benim için hayatımın vazgeçilmez bir parçası.Herkes bu cümleyi kurar biliyorum ama benim için gerçekten öyle.Durum şöyle ki mp3 çalarımı unuttuğum için duraktan yurda hiç üşenmeden geri dönerim.(Yaptım evet bunu yaptım:))Hatta ben film izlerken bile müziklerine çok dikkat ederim ve soundtracklarını genelde indiririm.Filmlerden duyduğum son dönemki favori şarkım Nina Simone Feeling Good.Yeni başlangıçlar için çok güzel ve anlamlı bir şarkı bence:)

      Malum okulum bitiyor artık ve ben ev tuttum yurttaki son ayım.Öğrenciliğin bitiyor olması bir yandan,ciddi bir işte düzenli çalışmaya alışmak bir yandan,ilk defa kendime ait bir evim olması falan bu liste böyle uzuyor ve hepsi bana kendimi garip hissettiriyor.Mutsuzluk değil ama herşeyin bir değişim evresinde olması ve bunun bir süreç olarak yaşanması beni birazcık keyifsiz yapıyor sanırım.Dün gece ilk defa evimde kaldım ve bu benim için yeni bir dönemin başlangıcı oldu ve uyumadan önce aklımda hep Nina Simone yankılandı.
 
      It's a new dawn
      It's a new day
      It's  a new life for me
      And I'm feeling good...
  

12 Mayıs 2011

Genç Tiyatro Günleri

       Bugün uzun zamandan sonra tiyatroya gittim.Saolsun bir arkadaşım arayıp davet etti ve bu yazıyı yazarken hala ona minnettarım sanırım:)İBB Şehir Tiyatroları'nın 27. Genç Günler etkinliği başlamış.Farklı sahnelerde farklı tiyatro grupları ücretsiz oyunlar oynuyor.15:00 ve 19:30 saatlerinde olmak üzere her oyun gününde iki kere oynanmış oluyor.
       Ben Oyunhane oyuncularının sergilediği 50 Metre Yükseklikten İçi Su dolu Konserve Kutusuna Atlamak isimli oyunu izledim.Biliyorum ismi uzun biraz ama oyun güzeldi.Hele bir bölümde mandolin çalınıyor gerçekten oldukça hoştu.
       Oyundan çıktıktan sonra kendime son zamanlarda oldukça ihmal ettiğimi fark ettim.Ruhuma iyi davranmayalı çok zaman olmuş galiba.Bugün o sahnenin karşısında olmak o yüzden çok iyi geldi.

  Bir fırsat yaratabilirseniz sizde kendinize iyi gelecek birşey yapın ve kendinize iyi davranın :)))



    
Daha fazla bilgi için http://www.ibb.gov.tr/sites/sehirtiyatrolari/tr-TR/Sayfalar/GencTiyatro.aspx

19 Kasım 2010

Hatırlıyor musun?

          

Hatırlıyor musun o tren istasyonunu? Nasıl da kalabalıktı. 14 yaşında bir çocuğu uğurlamaya gelmişti herkes.
Nasıl da kalabalıktı... Uzak yakın akrabalar, okul ve mahalle arkadaşları, öğretmenler, komşular...
Henüz o kadar çocuktu ki, yanında onunla birlikte istasyona girecek treni bekleyen koca valiz, boyunun yarısına geliyordu neredeyse.
Çocuk şaşkındı biraz; sevinsin mi, üzülsün mü bilemiyordu.
Yazın son günleriydi. Onu; doğup büyüdüğü kasabanın sokaklarından, büyük şehrin hiç bilmediği caddelerine alıp götürecek
"İstanbul Motorlusu" nun istasyona girmesine beşon dakika kalmıştı.
Son veda dakikaları. Tren fazla beklemezdi çünkü. Alır yolcularını giderdi. Alıp "çocuk yolcusu"nu gidecekti.
"Leyli" sınavını kazanmıştı.
O zaman öyle denirdi yatılı okullara... Çok daha eskiden de "askeri idadi" diye anılırdı gideceği İstanbul mektebi.
Leyli ve askeri sözcüklerinin anlamı aynı zamanda "parasız yatılı" okumak demekti.
Yani... Yolculuğun sebebi "mecburiyet" tendi biraz da...
Birazdan da değil, hepten öyleydi işte. Çocuk da azçok biliyordu bunu.
Lakin, istasyonda toplanan kalabalık, bu zorunlu gidişi "şenlikli bir veda" ya çevirmekteydi.
O istasyon... O istasyon, her şeyden önce siyahbeyaz bir fotoğraftı hepimiz için.
"Büyük Taarruz" kararının verildiği "Garp Cephesi Kumandanlığı" bizim şehrimizdeydi.
Büyük zaferin birkaç gün öncesinde açılmıştı körüklü fotoğraf makinesinin siyah perdesi ve... Ve; Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Sovyet Büyükelçisi birlikte resmedilmişti. Arkadaki tabelada istasyonun adı yazılıydı Frenkçe ve Arapça: Akchehir frenkçesiydi, hatırlıyor musun? Hatırlıyor musun o resmi? İşte o istasyondaydın "o" veda gününde. Cumhuriyetin ilan edildiği yıl doğmuştun. Adını, o "şerefli" yıldan esinlenerek koymuştu İstiklal Savaşı gazisi baban. Toz kondurmadın bir gün bile
"cumhuriyetin kurucusu" na; bir gün bile çıkarmamışken başından beyaz tülbendini... Çocuğun mavi gözlerine bakıp derdin ki hep; "Büyüyünce onun gibi ol!"
Öyle derdin, hatırlıyor musun? Çocuk da sanmıştı ki, kaderin gün gelip "onun gibi" askeri "idadi" ye doğru başlayan yolculuğuna pek sevinecektin.
İstasyondaki öteki şenlik kalabalığı gibi...
Ama... Öyle olmadı işte... Tren geldi... Çocuk koca valizini zorlukla taşıyarak alelacele bindi vagona.
Alkışlar, sevinç çığlıkları kalabalıkta. Derken...
Çocuk yapayalnız kaldığını hissetti birden... Kalabalığın şenlik gürültülerini duyuyor, ama seslerini duymuyordu tren penceresinden bakarken. Issızlık sardı her yanı aniden... İçi üşüyordu.
Her şey geride kalıyordu işte. Dizini kanattığı sokaklar, arkadaşlar, ilk çocukluk aşkı, kiraz bahçeleri...
Ve 14 yaşında bilmediği bir gurbetin dehlizlerine yapayalnız sürükleniyordu.
Elini tren penceresinden uzatıp sallarken gülümsüyordu güya.
İçine doğru ağladığını kim bilebilirdi? Ve sen yanaştın pencereye, tam da tren hareket ederken hatırlıyor musun?
"İstemiyorsan hemen in!" dedin bağırarak. Ötekiler farkında değildi, ama çocuk duydu.
Çok geçti lakin... Tren gidiyordu. Bir kez daha haykırdın sonra... Çocuk duydu.
"Mektup yaz bana gidince... İstemiyorsan hemen dön, hemen... Aldırırım seni! Bırakmam gurbetlerde!.."
* * *
Yarın sana geleceğim. Beyaz tülbendini indirip pamuk saçlarını okşarken soracağım:
"Hatırlıyor musun?" "Hatırla ne olur... Biliyorum bütün görüntüler silinip gitti ama o günü hatırla... Bir tek sen söyleyebilirdin, bir tek sen... Kalabalıkları kaale almadan, kendi yüreğimin sesini dinlememi bir tek sen söyleyebilirdin bana. Bir tek sen.. Gözlerim gülerken içimin ağladığını bir tek sen görebilirdin. Gördün de... Bir tek sen... Sen benim annemsin, hatırlıyor musun?"

          Ali Kırca'nın alzheimer hastası annesine yazdığı bir şiirdir bu.İlk dinlediğim zamanı hatırlamıyorum ama ne hissettirdiğini de unutamıyorum.Çok düşünmüştüm acaba unutuldum mu diye.Sorduğum sana dair her soru gibi bununda cevabı yoktu biliyordum da sormaktan da alıkoyamıyordum işte kendimi.
             8 sene geçti gidişinin üstünden ve ben öyle yada böyle bu günlere kadar geldim.Hayatıma devam etmeyi,ayakta durmayı ve tekrar gülebilmeyi öğrendim geçen bu zamanda.Bazen öyle anlar geldi ki hissettiklerimi anlatacak kelimeler bulamamanın çaresizliğiyle kendi ruhumu kanattım gecelerce ve kaç sabah kan revan içnde kalan ruhumu uyandırıp güne merhaba dedim.Sonra sonra anladım herşeye rağmen güne ulaşabilmekmiş meğer mucize yaratmak.Büyük şeyler aramaya gerek yokmuş hayatta...
            Geçenlerde bir arkadaşım seninle ilgili şeyleri hatırlayıp hatırlamadığımı sordu bana.Herşeyi hatırlamıyorum ama kısmen hatıralar var aklımda dedim mesela sen iş yaparken kolundaki bileziklerin çıkardığı sesler gibi.Dün sen gideli tam 8 yıl oldu ve ben artık o soruyu sormuyorum kendime.Çünkü artık biliyorum ki önemli olan,seni canlı kılan benim aklımda kalanlar.
            İşte bu yüzden diyorum ki sana ben seni hiç unutmadım!Sen benim annemsin...

10 Eylül 2010

...Sayfayı Çevir...

-Hazır mısın diye sordu rehber,
Yola çıkmaya hazır mısın?
Çocuk,hemen cevap vermedi.Onu nelerin beklediğini,yolu ve yolcuları düşündü
-İstediğim şeyi hak etmek için değişmeye hazır mıyım? diye sordu kendisine.

Yolu ancak o yola hazır olabilenler seçebilir;Kalplerinde şüphe olmayanlar...
Bir şüphe varsa eğer bu karşılaştıklarında değil,kendi içlerinde olabilir ancak,dedi rehber.
Şimdi,
Şüphelerden arınmaya hazır mısın?
Şu anki halini düşündü çocuk...Hedefine giderken vazgeçmesi gerekenleri düşündü...
Gerçeğiyle ters düştüklerini düşündü...
Sonra kalbine baktı.

Zihinler,zihinleri ikna edebilmek için sözleri ispat olarak sunabilirdi.Kalpte olanınsa ne söze ne de konuşmaya ihtiyacı vardı.O kalpte bir An tohumlanıverdi.Ne savunulmaya ne de haykırılmaya ihtiyacı vardı.Oradaydı işte...
Kendisini bilmek isteyen için oradaydı...Onunlaydı...

Rehber çocuğun yüzündeki kabullenişe baktı ve ona hak ettiği sırrı verdi.
-Acele etme!Yola çıkmadan önce neyi aradığını iyi bil,onu tanı,onun ne istediğini anla,dedi.

Çünkü seni değiştirecek olan o...Ve onun sana gelmesi,senin ona gitmenle mümkün.Bunun içinde onun istekleriyle senin isteklerin uyumlu olmalı.

Neye rağmen,ne için değişeceksin?Ve ne kadar kararlı olabileceksin?
Gerçekten kendini değiştirmek isteyebilecek misin?

Bunun için hazırlan.Hedefini samimi isteyebilmek için hazırlan...
Değişime,
Vazgeçmen gerekenlere,
Öğreneceklerine hazırlan...
Yolun ortasında vazgeçenlerden olmamak için şimdiden hazırlan...


                  Karmakarışık bir günü geride bıraktım..Bugün evime gitmek için yola çıkıyorum ve beynimde hep aynı düşünceler yankılanıyor.Sadece evime dönmek için çıkmıyorum ben yolculuğa,hayatımın belli bir dönemini de geride bırakıyorum artık.Bu sene okulda son senem ve birdahaki yaz hayatın farklı uğraşlarıyla meşgul olucağım.Açıkcası bu beni korkutmuyor da değildi hani.Taaaki yukarıdaki yazıyı internette bir forumda okuyana kadar.
           Bu yazıyı okuyunca;kendimi 2 yıl önce Metallica'dan turn the page'i dinlerken,İzmit sokaklarında İstanbul'a giden bir arabaya yetişme telaşında buldum.Hayatımın pek de mutlu olduğum bir dönemi denemezdi ve ben kendimi o yada bu sebeplerden dolayı hep aynı noktada,aynı çıkmazda buluyordum.Ailem çaresizce çözüm yolları arıyordu benim iyi olabilmem için ve itiraf etmek gerekirse ben onlardan daha çaresiz hissediyordum kendimi.Sonra tüm o karmaşadan,insanlardan uzaklaşıp kendime dürüst davrandım.Artık karar vermeli kendime bir yol seçmeli,kararlı olmalıydım.O an hayatım boyunca hep yaptığım gibi müziğe kulak verdim bende.''Turn The Page'' diyordu.Yani sayfayı çevir...
         Belki inanmayacaksınız ama ben de aynen öyle yaptım.Sayfayı çevirdim ve geride bırakmak için elimden gelen her çabayı sarf ettim.Tabi şansımda yardım etti ve bana yardım eden arkadaşlar, dostlar çıkardı karşıma.
         Ben ne istediğimi çok iyi biliyorum artık,o yüzden de yolun ortasında vazgeçenlerden olmayacağım.Otobüs yolculuğum başladığı zaman mp3 playerımı kulağıma takip harika bir karadeniz manzarasında yine müziğe kulak vereceğim.''Sayfayı çevir'' diyecek bana ve ben de yaşadıklarımı anılarıma katıp kararlarımın peşine düşeceğim...

9 Eylül 2010

Bayram:)(




             ''Bayramlar eskisi gibi olsa yine ne güzel olurdu'' diye düşünürken bir an durup ya bu bayramı özlersem    diye düşündüm.Öyle ya o günleri yaşarken özleyebileceğimi düşünmemiştim hiç.Yaşandılar,tüketildiler ve anılarımın arasında yitip gitti çoğu.Tıpkı o günleri beraber yaşadığım insanlara olduğu gibi.Hatta o insanların bir kısmı da benden   uzaklarda artık.
               İşte tüm bu düşüncelerle boğuşurken çocuk olmanın en güzel yanının ''o an'' ve ''elindekiler''le yetinmek olduğunu anımsadım.Kaybettiğim,özlediğim çok insan çok şey var hayatımda doğru;ama ben bu bayramda onlar için olan üzüntümü yaşarken sahip olduklarımı kaçırmak istemiyorum.Fark ettim de kaybettiklerime üzülürken sahip olduklarımla beraber özleyecek anılarım da olmamış benim.Bu yüzden yarın sabah kalkıp canım babama sarılıcam sıkı sıkı:)))

               Herkese unutamayacağı anılarla dolu güzel bir bayram diliyorum...     

8 Eylül 2010

Ve Saatler Sonbaharı Gösteriyor...

              
           Çok sevdiğiniz o şarkının en hüzünlü yeri,en sevdiğiniz fotoğrafınızın en kırılgan karesi gibi bir mevsimdir.Her seferinde sizi ağlatsa bile sevmekten vazgeçemezsiniz ya o şarkıyı ya da kaldırıp saklayamazsınız ya o resmi işte öyle sevdirir kendini sonbahar.Ne kadar kızsanız bile bunaltıcı sıcakların ardından dudağınıza düşen bir damla su gibidir o ve en dürüst mevsimdir,korkmadan haber verir gelecek kıştan...
            Hayatımın en önemli kararları,olayları hep sonbahara denk geldi.Ama ben hiç vazgeçmedim sonbaharı sevmekten herşeye rağmen.Şimdi,yine bir sonbahar gecesinde,ne varsa içimde biriktirdiğim yazmak istedim.Korkmadan,cesurca ve belki biraz da çocukca...
            Umarım bu sonbahar dökülen yapraklar kadar kelimeler hediye eder bana.Ve bende bloğumda yazarım keyif içinde:))
             Sizde takvimler,saatler neyi gösteriyo bilmiorum ama benim için kırgın olduğum kelimelerimle barışma zamanı şimdi...